Dermatolojik Hastalıklar


  1. Akne (Sivilce)

    Akne (sivilce), bebeklikten itibaren 35-40 yaşlara kadar her yaşta görülebilen bir hastalıktır. Hormonlar, ilaçlar, stres, beslenme alışkanlıkları, genetik yatkınlık gibi sebeplerle yağ bezi salgısının aşırılığı sonucu oluşur. Akne ile en sık ergenlik döneminde karşılaşırız. Akne hafif, orta veya şiddetli seyir gösterebilir ve tedavi planı dermatoloji uzmanı kontrolünde hastaya göre belirlenir. Antibiyotikli kremler, temizleyiciler, ağız yoluyla alınan antibiyotikler ya da A vitamini türevi ilaçlar aknenin şiddeti, kişinin yaşı, daha önceki kullandığı tedaviler göz önünde bulundurularak planlanır. Tedavi uzun sürelidir ve ilaçların düzenli kullanılması önemlidir. Not: Akne sanılanın aksine karaciğer kaynaklı bir hastalık değildir.


  2. Saç Dökülmesi

    Erişkinde günde ortalama 100-150 tel saç dökülmesi normal kabul edilir. Daha yoğun dökülme ve saçta seyrelme ya da geniş saçsız alanlar söz konusu ise patolojiktir. Saç dökülmesi sebepleri arasında genetik yatkınlık başta olmak üzere, psikolojik ve fiziksel stres, yetersiz ve düzensiz beslenme, hormonal faktörler, kullanılan bazı ilaçlar (hormonlar, zayıflama ilaçları, doğum kontrol hapları ve bazen de bu hapların kesilmesi, A vitamin türevleri gibi), kansızlık, guatr, romatizmal hastalıklar, demir, çinko, folik asit, B12, D vitamin eksikliği, saç düzleştiriciler, fön, renk açıcı boyalar gibi dış faktörler yer alır.
    Saç dökülmeleri kalıcı (skatrisyel) ve geçici (non-skatrisyel) saç dökülmesi olarak gruplandırılır. Skatrisyel alopesi genellikle bir dermatolojik hastalık ile ilişkilidir ve daha nadir görülür. Geçici saç dökülmesi başlığı altında androjenik alopesi, telogen effluvium, alopesi areata gibi toplumda daha sık gördüğümüz hastalıklar yer alır.


  3. Egzema

    Egzema (Dermatit), genellikle deri kuruluğu, döküntü, kaşıntıyla kendini gösteren, zaman zaman tekrarlayıcı olabilen bir deri hastalığıdır. Egzema başlığı altında farklı sebepler ve klinik bulgular ile seyredebilen bir grup hastalık vardır. Atopik egzema, el egzemaları klinikte en sık karşılaşılan egzema tipleridir.
    Atopik egzema küçük çocuklarda daha sık görülen, erişkin dönemde de devam edebilen kronik, tekrarlayıcı bir deri hastalığıdır. Deri kuruluğu ve yoğun kaşıntı en önemli belirtileridir. Hastaların çoğunun kendisinde veya ailesinde alerjik astım, saman nezlesi gibi alerjik hastalık öyküleri vardır. Atopik egzemanın kesin nedeni bilinmemektedir. Genetik yatkınlık, çevresel faktörler, psikolojik nedenlerle derinin bağışıklık sisteminin gösterdiği aşırı bir reaksiyondur. Tanı klinik bulgularla konur. Herhangi bir laboratuvar incelemesine gerek yoktur. Hastalık bulaşıcı değildir.
    Tedavide ilaçlardan daha önemli olan şey korunmaktır. Sık sık ve sıcak banyo yapılması deri kuruluğunu artıracağından önerilmez. Tırnakların uzun olması önerilmez. Viral ve bakteriyel enfeksiyonlardan korunmaya çalışmak önemlidir. Stres, terleme, yünlü kıyafetler, sabun, deterjan gibi temizlik ürünleri, tozlu ortam, polenler, hayvan tüyleri, yumurta, süt, kuruyemişler,deniz ürünleri gibi yiyeceklerden uzak durmak korunmada önemlidir. Koruyucu önlemler dışında mevcut tedaviler hastalığın tekrarını engelleyememektedir. Tedavi hastalığın şiddetine göre belirlenir. Nemlendiriciler, kortizonlu kremler, kaşıntıyı azaltan kremler, ışık tedavileri, savunma sistemini baskılayan ilaçlar kullanılabilir.
    El egzeması ellerde kuruluk, kızarıklık, su kabarcıkları, sulantı ile karşımıza çıkabilen, toplumda oldukça sık görülen bir deri hastalığıdır. Herkesi etkileyebilir ancak atopik egzemalı bireylerde daha sık görülür. Günlük hayatta karşılaştığımız herhangi bir madde teması, mesleki olarak karşılaşılan allerjenler (saç boyası, inşaat malzemeleri, tekstil ürünleri, lateks eldiven, temizlik ürünleri gibi) egzemayı tetikleyebilir ya da alevlendirebilir. Bu nedenle sebebi her ne olursa olsun tedavide en önemli basamak korunmaktır. Etkeni saptamak veya korunmak mümkün olmadığında ve hastalık tekrarlayıcı seyir gösterdiğinde nemlendiriciler, kortizonlu kremler, sulantı varsa ıslak pansuman, deri kalınlığı artmışsa kalınlığı azaltıcı tedaviler gündeme gelebilir. Işık tedavileri, savunma sistemini baskılayan ilaçlar yaygın dirençli hastalıkta kullanılabilmektedir.


  4. Hiperhidrozis (Aşırı Terleme)

    Egzersiz, sıcak ortam, ani heyecan, endişe, korku gibi duygu durumlarında vücut ısısı yükselir ve buna yanıt olarak terleme olur. Vücudun doğal bir tepkisidir. Bu gibi durumlar olmadığında da aşırı terleme oluyorsa ve bu durum kişinin sosyal yaşantısını etkiliyorsa, kıyafet seçimini belirliyorsa, okul veya iş verimini bozuyorsa tedavi etmek gerekir.
    Hiperhidrozis bölgesel veya yaygın şekilde görülebilir. Yaygın hiperhidrozis enfeksiyon, diyabet, kullanılan ilaçlar, tiroid hastalıkları, menopoz gibi hormonal etkiler, gut hastalığı, obezite gibi nedenlerle olabilir ancak herhangi bir sebebe bağlı da olmayabilir. Bölgesel hiperhidrozis koltuk altı, avuç içi, ayak tabanı, saçlı deri gibi sınırlı bölgelerde görülür. Aile öyküsü olabilir ancak genellikle sebepsizdir.
    Tedavi seçenekleri arasında kremler, iyontoforez, botulinum toksini, cerrahi girişimler, ağız yoluyla alınan ilaçlar yer alır. Terleme tipi, terleyen bölge, terleme şiddeti, daha önce kullanılan tedavilere göre tedavi planlanır. Etkinlik ve yan etkiler açısından kişisel farklılıklar gözlenebilir.


  5. Ürtiker

    Ürtiker, aniden ortaya çıkıp, kısa sürede kaybolabilen kızarıklık, kabarıklık, kaşıntı ataklarıyla karakterize oldukça sık görülen bir hastalıktır. Farklı alt tipleri vardır. En sık idiyopatik olağan ürtiker görülür. Muayene bulguları ile tanı konur. Nedeni bulmak için çeşitli sorular sorulur, gerekirse bazı tetkikler istenir. Enfeksiyonlar, her türlü ilaç (en sık ağrı kesiciler, antibiyotikler, kas gevşeticiler, bazı tansiyon ilaçları), hazır gıdalar, ceviz, balık, domates, çilek gibi yiyecekler ürtikerden sorumlu olabilir. Stres çok önemli bir faktördür. Ürtiker için çoğu zaman nedene yönelik alerji testlerinin yeri yoktur.
    Tedavide antihistaminikler ilk olarak tercih edilir. Şikayet olsa da olmasa da düzenli kullanmak gereklidir. Yeterli olmazsa doz artırılabilir. Uzun süreli kullanım gerekebilir. Dirençli ve özel durumlarda steroid, siklosporin gibi bağışıklık sistemini etkileyen ilaçlar veya omalizumab kullanılabilmektedir. Ürtikere eşlik edebilen avuç içi ayak tabanında şişlik, dilde, boğazda şişlik ve yutma güçlüğü, nefes darlığı şeklinde görülen anjioödem bulgularının olması durumunda ise en yakın sağlık birimine başvurulmalıdır.


  6. Zona Zoster (Gece Yanığı)

    Zona, su çiçeği enfeksiyonuna sebep olan varisella zoster virusunun etken olduğu ikincil bir enfeksiyondur. Suçiçeği enfeksiyonundan sonra sinir köklerinde sessizce bekleyen viruslar, stres ya da vücut direncini azaltan herhangi bir nedenle tekrar aktive olup duysal sinirlerle deriye gelerek zonayı oluşturur.
    Zona, 50 yaş üzeri daha sık olmakla birlikte her yaşta görülebilir. Genellikle sınırlı bir alanda, kızarık zeminde minik su kabarcıkları şeklinde başlar ve genellikle çok ağrılı bir hastalıktır. Suçiçeği geçirmemiş bir kişinin bu lezyonlara yakın teması ile suçiçeği geçirmesi olasıdır. Bunun dışında hastalık bulaşıcı değildir.
    Genellikle ağrı, döküntüden birkaç gün önce başlar. Bu süreçte yerleşim yerine göre kalp ağrısı, apandisit, sistit, migren gibi ağrılı hastalıklarla karışabilir. Zona nadiren deri lezyonu yapmaksızın sadece ağrı ile seyredebilir. Böyle bir durumda zona diyebilmek için, diğer tüm olasılıkların dışlanması gerekir. Genç yaşlarda ağrı hafiftir, bazen hiç olmayabilir. Döküntüler genellikle 2-3 hafta içerisinde gerilerken ağrı 1-1,5 ay sürebilir. Bazen hiç kaybolmadan veya geçtikten sonra tekrar başlayarak postherpetik nevralji şeklinde sürer.
    Zona tedavisinde hastanın yaşı, savunma sisteminin yeterli olup olmaması, lezyonların yerleşimi ve süresi gibi faktörler dikkate alınır. Islak pansuman, ağrı kesiciler bazen yeterli olurken bazı durumlarda sistemik antiviral tedavi ön plana çıkar. Deriye sürülen antiviral kremlerin zonaya etkisi yoktur. Şiddetli zona lezyonları iz bırakabilir ve zona nadiren de olsa tekrarlayabilir.


  7. Keloid/Hipertrofik Skar

    Derideki bir yaralanmayı takiben veya bazen kendiliğinden oluşan, kontrolsüz fibröz doku büyümesidir. Aşırı kollajen sentezi söz konusudur. Cerrahi girişimler, iltihap, sivilce, kulak delinmesi, aşılanma, böcek ısırıkları, künt travma, yanık gibi bir travma sonrası oluşabilen sık görülen bir sorundur. Ailesel bir yatkınlık söz konusudur ve koyu tenlilerde sıklığı artar. Keloid bazen herhangi bir travma olmadan kendiliğinden de oluşabilir.
    En sık omuz, sırt, göğüs, ön kol, yanak ve kulak memelerinde yerleşen oldukça sert, düzgün yüzeyli, deri renginde-pembe-kırmızımsı, kabarıklıklar şeklinde görülür. Bazen kaşıntılı veya ağrılı olabilir.
    Keloide yatkın kişilerde korunma önemlidir. Özellikle kulak delme gibi travma yaratabilecek kozmetik işlemlerden uzak durulmalıdır. Tedavide uygulanan yöntemler şikayetlerde büyük oranda azalma sağlasa da kliniğin tamamen gerilemesi zordur. Masaj ve basınç uygulama tedavisi, retinoid-silikon-imiquimod-kortizon içeren kremler, kriyoterapi, lazer tedavisi, ilaç enjeksiyonları gibi yöntemler tek başına veya birlikte uygulanarak tedavide fayda sağlanabilir. Çok gerekmedikçe keloidin cerrahi olarak çıkarılması önerilmez. Çünkü cerrahi işlem sonrası %45-100 oranında tekrarlar.


  8. Melasma (Güneş Lekeleri)

    Güneşin zararlı etkilerine bağlı olarak en sık rastlanan cilt lekeleri çiller, gebelik lekeleri, solar lentigo ve melazmadır.
    Melazma türü lekeler genellikle 20’li yaşlardan itibaren ve sıklıkla yüz bölgesinde görülen sıklıkla iki taraflı ve simetrik, kahverenkli, keskin, düzensiz sınırlı lekelerdir. 20-40 yaş arası kadınlarda ve koyu tenli kişilerde daha sık görülür. Olguların %90’ı kadın, %10’u erkektir. Melazmanın hamilelik döneminde görülen şekli kloasma veya gebelik maskesi olarak adlandırılır.
    Melazmanın kesin nedeni bilinmemektedir. Bazı kozmetik ürünler, ilaçlar, kimyasal maddeler ve bitki özsularının güneş ışınlarıyla etkileşimi sonucunda cilt lekeleri ortaya çıkabilir. Güneşlenme, hamilelik, hormon tedavileri ve doğum kontrol hapları güneş lekesini tetikler. Tiroid hastalıklarıyla ilişkisi net değildir ancak hipotiroidi ile birlikte görülme olasılığı yüksektir. Aile içerisinde birden fazla kişide görülebilmesi, genetik yatkınlık olabileceğini düşündürmektedir. Hastaların %30’unda aile öyküsü vardır. Pek çok hastalık gibi melasma da stresle ilişkili olabilmektedir. Tetikleyici faktörlerle derideki renk hücreleri olan melanositler tarafından aşırı melanin üretilmesiyle pigmentasyon gelişir. Önlenebilir en önemli risk faktörü, güneş maruziyeti ve güneş hasarıdır. Bütün bunlarla birlikte melazma en çok sağlıklı, gebe olmayan erişkinlerde görülür.
    Melazma en sık alın, yanak, burun üzeri, dudak üstü, çene ve nadiren boyun ve kollarda görülür. Yaz aylarında daha belirgin hale gelir. Yüzeyel tipi koyu kahve renklidir ve wood ışığı ile belirginleşir. Tedaviye yanıt daha iyidir. Derin tipi ise açık kahve veya mavimsi gri renklidir, wood ışığı ile değişmez ve tedaviye yanıt azdır. Bir de mikst tip vardır ki bu, en sık görülen tipidir. Birçok kişide melazma, kronik bir hastalık olarak karşımıza çıkar.
    Tedavide öncelikle düzenli olarak yaz-kış, gün içinde 4 saatte bir en az 30 faktörlü güneşten koruyucu ürünler kullanılması gerekir. Ayrıca güneşten koruyucu kullanırken bile çok fazla direk güneşe maruz kalınmamalı, gölgede durmaya özen göstermeli ve şapka, gözlük takılmalıdır.
    Güneş ışınlarının etkisini kaybetmeye başladığı ekim ayından sonra ise; leke giderici kremler, kimyasal peeling, enzimatik peeling, laser tedavileri, PRP ve mezoterapi yöntemleri tek başına veya birlikte kullanılarak lekeler tedavi edilebilir. Ancak gebelik dönemine yönelik bilimsel veriler olmadığından bu uygulamaların kullanılmaması gerekir. Yaz döneminde leke tedavisi önerilmez. Leke tedavisi yapılırken çok agresif tedavilerden kaçınmak gerekir. Aksi halde lekeyi tetikleyebilir. Yüzeyel güneş lekeleri tedaviye daha iyi yanıt verir. Derin yerleşimli lekelerin tedaviye yanıtı azdır. Gebelikte oluşmuş lekeler ise bazen doğum sonrası kendiliğinden de iyileşebilir. Hiçbir tedavi lekelerin tekrarlamasını engellemez. Bu nedenle tedavi yanıtı iyi olsa bile tedaviden sonra korunmaya devam etmelidir.


  9. Mantar Enfeksiyonları

    Sağlıklı insan derisi PH (asidite)’sı 5.5 civarındadır. Bu da derimizi fırsatçı enfeksiyonlardan korumak için önemlidir. Özellikle nemli ve havasız kalan kol altı, kasık, ayak parmak araları gibi vücut bölgelerinde deri PH’sının bozulması daha kolaydır ve fırsatçı mantar enfeksiyonlarının gelişimi bu bölgelerde daha sıktır. Deri bütünlüğünün bozulması veya kişinin direncinin zayıf olması gibi durumlarda da bulaş yoluyla vücudun her bölgesinde mantar enfeksiyonlarına rastlanabilir.
    Bölgenin uzun süre nemli ve kapalı kalması; vücut direncini azaltan diyabet, HIV, ilaç kullanımı gibi durumlar; deri, saç ve tırnak bütünlüğünü bozan travmalar; ortak kullanılan soyunma odaları, spor salonları, yüzme havuzu, sauna, hamam ve duşlar; kötü hijyen koşulları; ortak kullanılan kıyafet, terlik, ayakkabı gibi eşyalar mantar hastalıkları için önemli risk faktörleridir. Dikkat edilmelidir.
    Mantar enfeksiyonları egzema gibi farklı hastalıklarla karışabildiğinden Dermatoloji uzmanı tarafından değerlendirilerek gerekirse mikroskopta direkt bakı yapılarak tanı kesinleştirilmeli ve tedavi edilmelidir. Tedavide antifungal kremler, solüsyonlar, ağız yoluyla alınan tabletler kullanılır. Enfeksiyonun yaygınlığı ve tutulan bölgeye göre tedavi planlanır. Uygun şekilde ve uygun sürede tedavi kullanımı enfeksiyonun tekrarlama olasılığını azaltır.


  10. Rozasea (Gül Hastalığı)

    Bölüm güncelleniyor…


  11. Pitriasis Rosea (Madalyon Hastalığı)

    Bölüm güncelleniyor…


  12. Genital Siğil

    Bölüm güncelleniyor…


  13. Genital Herpes

    Bölüm güncelleniyor…


  14. Nevüs (Ben)

    Bölüm güncelleniyor…